Yedinci Mühür Filmi

The Seventh Seal 1957

Ortaçağ’da savaştan bıkmış şövalye ve yaveri 10 yıl boyunca süren Haçlı seferlerinden dönmektedir. Şövalye, dönüş yolunda vebanın vurduğu memleketine ulaşmaya çalışırken ölümle karşılaşır ve ona canı karşılığında bir teklif sunar. Ölümle satranç oynayacaklardır . Kazanırsa ölüm ona bir daha yaklaşmayacaktır, kaybederse canını almakta özgürdür.

Ölüm herkesin bildiği ama düşünmek bile istemediği kaçınılmaz bir sondur. Bilinmiyor ve bu bilinmeyen korkutucudur. Bu yüzden insan düşünmek istemiyor. Bu gerçeği inkar etmeye, unutmaya çalışıyor .. ama bu beyhude bir çabadır. Çünkü ölüm bize unutma şansı vermeden kendini tekrar tekrar hatırlatıyor.

Ölüm ya da yok olma beraberinde kaygıyı da getiriyor. Bu endişe iki şekilde ortaya çıkıyor.Birincisi nevrotik kaygı, ikincisi ise varoluşsal kaygı.

Nevrotik kaygı, ölümün gerçekliğini kabul edememekten, yani onu inkar etmekten kaynaklanıyor. Bu sağlıklı bir başa çıkma yöntemi değildir. Öte yandan varoluşsal kaygı, ölümü bir gerçeklik olarak kabul etmek fakat buna rağmen hayatta kalmaya devam edebilmektir.

Varoluşsal kaygıları olan insan bu hayatın bir sonu olduğunu bilir ve bu anlamsız, sonlu hayatta anlam aramaya çalışır. Şövalyenin ölüm karşısında hissettiği tam olarak buydu. Varoluşsal kaygı yıllar boyunca edindiği deneyimler ile hayatın anlamını sorguladı. Ancak kişinin ölümü önünde somut bir gerçeklik olarak bulması tamamen farklı bir deneyimdi. Şövalye hayatın anlamsızlığını çok daha derinden hissedebiliyordu artık. belki de sadece zaman kazanmak için kullanıyordu. Çünkü geçmişine dönüp baktığında anlamlı tek bir şey yapmadığını fark etmişti. Anlam bulması ve en az bir anlamlı şey yapabilmesi zaman alacaktı.

Şövalye kendi anlamlarını oluşturabilmek için önce kendisine sunulan anlamlara karşı savaş açtı. Hayatını kazanabilmek için yıllarca uğruna savaştığı din ile yüzleşti. Çünkü din, ortaçağda her şeyin üzerine çöken yoğun siyah bir sisti. Şövalye anlam bulmak için önce bu sis tabakasını kırmalıydı. Tanrının ,yarattığı insanı bu kadar acıya nasıl terk edebildiğini sorguladı. Ölümün ne olduğunu Tanrının var olup olmadığını bilmek istedi. İnançlar veya varsayımlarla meşgul olamazdı. O ilim arıyordu, tanrının bilgisini. Eğer Tanrı varsa neden kendisini tüm ışığıyla insanlara ifşa etmiyordu?

Aslında amacı tanrıyı reddetmek değildi. Aksine inanmak istiyordu. Hatta bu amaçla yani Tanrıyı bulmak için şeytana yönelmeyi düşündü.

Şeytanla ilişkisi olduğu için diri diri yakılan genç kızın gözünde şeytanı aradı. Ama gördüğü şey kocaman bir boşluktan başka bir şey değildi. Tanrı başka bir yaşam yoksa yaşamın tüm bunların anlamı neydi? Sonunda oyun bittiğinde ölüm sadece şövalye için değil, etrafındaki herkes için can almaya geleceğini söyler. Şövalye için artık kendi ölümü hiçbir şey ifade etmiyordur. Ancak beraberindeki aile için endişelenir ve ölümün dikkatini uzaklaştırarak ailenin kaçmasına yardımcı olur. Artık şövalye huzurludur çünkü amacına ulaşmıştır. anlamlı bir şey yapmıştır. Şövalye artık ölse bile hayat yani aile kazanmıştır. Filmin sonunda ölüm tüm dehşetiyle canını almaya geldiğinde Şovalye hala şüphe ettiği tanrısına yalvarıyordur ya vereceğinizin tepkisi ise şöyledir:

İçine düştüğünüzü söylediğiniz o karanlıkta, hepimizin karanlığında yakarışlarınızı dinleyecek, acılarınızdan etkilenecek kimseyi bulamayacaksınız

Filmi izlemek için tıklayın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir